DUYURULAR: 01.09.2020 "PERSONEL ALIM İLANIMIZ YOKTUR. BAŞVURULAR DEĞERLENDİRİLMEDEN CV BANKAMIZA ALINACAKTIR"
altsayfa resim

ÜNİVERSİTELER KAPATILMALIDIR

ÜNİVERSİTELER KAPATILMALIDIR!

Benim üniversiteye girdiğim sene ülkemizde 29 üniversite vardı. Bin bir zorlukla, ekonomik sıkıntı ile orta öğretimi tamamlayıp, üniversiteye giriş sınavı çilesini çektikten sonra, üniversiteye girdiğimizde geleceğimize pozitif bakıyorduk. Bilemiyorum bizim döneme özgümü ama üniversiteye giren her arkadaşımın, üniversite sonrasında kendi işini kurma, büyük bir özel sektör kuruluşunda çalışma ya da bir kamu kurumuna girip çalışma, geleceğini kurtarma azmi vardı!

Cuma günü okulu bitirdim! Cumartesi günü evlendim! Salı günü diplomamı aldım. Evlendikten 2 ay sonra peyzaj mimarı olan eşimle birlikte şirketimizi kurdum ve çalışmaya başladım! Bir çılgınlık olarak gelebilir yaşam sürecimiz bazılarına, iş yok, askerlik yapılmamış ama belki de dönemim konjöktürü sebebiyle mezun olduğumuzda mesleğimizi yapabilecek durumda hissediyorduk kendimizi.

Üniversitelerde öğretilen bir meslek, öğretilmeyen bir ticaret var. Tek düzen hesap sistemini bilmeyen bizim gibi çömezlerin piyasa koşullarına adapte olması, üniversitelerde öğretilenlerle piyasanın talepleri arasındaki uyumsuzluk, her şeyden önemlisi tekniğin talebe uydurulması süreci bir iki yılımızı aldı. Dikkatinizi çekerim mesleki yetersizliğimizden dolayı işsiz değildik ama ticareti bilmiyorduk!

Bir projeye teklif veriyorduk, başka birisi bizim verdiğimiz fiyatın üçte birine işi alıyordu! Piyasadaki aktörlerin dönen bir çarkı vardı ve her dönemde olduğu gibi kimsenin pazara kolay kolay girmesine müsaade etmiyorlardı. İlkokul birinci sınıfta öğretilen “Birin sıfırdan büyük olduğunu” üniversite mezunu olan ben, serbest piyasada beş yılda öğrendim!

Çok çalıştık, 1990’lı yılların başında bilgisayar teknolojisi bu kadar gelişmiş değildi! Allah Bill Gates’ten razı olsun! Günümüzde bilgisayar teknolojisi ve programları sayesinde kısa süreler içerisinde yapılan hesaplar sonucu hazırlanan projeler, geçmişte elle hazırlanıyordu. Hanımla birlikte sabahlara kadar önce eskize, sonra aydıngere rapido ile proje çizdiğimizi, proje masasında uyuya kaldığımızı bilirim. Ama değerli okurlarım inanın mezun olduğumuzda kendi mesleğimizi yapabilir durumda idik. Bu sebeple de başarılı olduk. İşimizi büyüttük. Çok şükür çevre mühendisliği gibi Türk halkının başlangıçta ne iş yaptığını anlamakta zorlandığı bir işi yapıp, çevre kavramının dünya ile paralel olarak ülkemizde de gelişmesi sonucu ülke genelinde hizmet veren, onlarca mühendis istihdam eden bir şirket durumuna geldik.

Bu yazıyı kendi reklamımızı yapmak için yazmıyorum ama kendi meslek hayatımın yeni gelen nesil için iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum!

Ülkemizde üniversite sayısı özellikle 1990’lı yılların başında ve sonrasında dönemin hükümetleri tarafından alınan kararlarla bir anda 5 katına çıktı. Arkası arkasına vakıf üniversiteleri, özel üniversiteler ve devlet üniversiteleri kuruldu. Vakıf ve özel sektör üniversiteleri çoğunlukla ülkemizde büyük sermayenin nitelikli eleman ihtiyacını karşılamaya dönük olarak gelişmelerine yön verdiler. Devlet üniversitelerinde hakikaten efsaneleşen pek çok değerli hocayı, devletin verdiği imkanlardan daha yüksek bedeller vererek transfer ettiler. Nitekim bu üniversitelerden mezun olan çocuklar, masterlarını yurt dışında yaptılar ve büyük sermaye şirketlerinde kolayca iş buldular. Kendi işlerini yapanlarda harikalar yaratmaktalar.   

Devlet üniversitelerinden, özel sektör üniversitelerine olan transferler sebebi ile boşalan kadrolarda, geçmişte alt kademede yer alan pek çok akademisyen çok hızlı bir şekilde, pişmeden, akademik kariyer yaptılar ve statü atladılar. Niteliksiz ya da yetersiz demek istemiyorum ama kimsenin anlamadığı, mesleğe, vatana, millete ne faydası olacağı tartışılır acayip konularda yapılan doktora tezleri ile erken gelen akademik yükseliş sonucunda, dersini verdiği konu dışında mesleğine hakim olmayan, hal böyle iken çocuklarımızı meslek öğrensin diye emanet ettiğimiz üniversitelerde hocalık yapan ama bilimsel her konuda ahkam kesen, etiketi ile ön plana çıkan, tanımlamakta güçlük çektiğim bir akademik sınıf oluştu.

Bu sınıfın her çeşidini herhangi bir televizyon kanalında her gün görüyoruz! Diğer meslek grupları için bir şey söylemeyeyim, çevre mühendisliği meslek konuları ile ilgili televizyonlara çıkıp görüş bildirenlere bakıyorum, inanamıyorum! Bir akademisyenin ağzından çıkmaması gereken akademik yetersizlikte yorum ve beyanatlarla karşılaşıyorum.

Hayret ediyorum bazılarına! Hem boş, hem hoca, hem öğrenci yetiştiriyor! İki lafı bir araya getirip, doğru tek bir cümle kuramıyor! Bazen avukat arkadaşlardan bilirkişi raporları geliyor, incelememiz için, bilirkişi raporuna göre dava konusu süreçle ilgili olarak ilgili mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermiş! Raporu hazırlayanlara bakıyorsunuz koca koca isimler! Okuduklarınıza inanamıyorsunuz! Bunu nasıl bir profesör yazar diyorsunuz!

Halktan kopuk, halkı küçümseyen, kendi eksikliklerini, komplexleri ile kapatmaya çalışan acayip bir zümre! Tabi genelleme yapmıyorum, ancak bu küçük zümre, aynı resmi bir kıyafet gibi akedemik kariyerlerini üzerlerine giyerek, kullandıkları için, bilim uğruna ömrünü adamış pek çok değerli hocamızın hakkını yiyor, toplum içerisinde olan okumuş, akademik kariyer yapmış insana olan saygıyı köreltiyor!

Şirketimize mühendis istihdam edeceğiz, gazeteye ilan veriyoruz, eşimize dostumuza haber veriyoruz, pırıl pırıl yeni mezun gençler geliyor! Biraz sorguluyoruz, gıdıklıyoruz!

Soruyorum; Nükleer deyince aklına ilk önce ne geliyor? Cevap, patlama!!! Çocuğun aklına enerji gelmiyor!!!

Soruyorum; H1N1 nedir? Cevap, kimyasal bir formül!!! Domuz gribi olduğunu bilmiyor!!!

Soruyorum; GDO nedir? Cevap, ilk defa duyuyorum!!!

Bunlar üniversite mezunu mühendisler!!!

Biz son 10 yıldır, yetişmiş hazır, hemen işe başlatabileceğiniz, bir mühendisin karşımıza çıkmayacağını kabul etmiş durumdayız. Bu sebeple yeni mezun gençleri istihdam ediyor, üniversite eğitimi üzerine 1-2 yıl temel mühendislik eğitimi, mevzuat kültürü ve bakış açısı veriyoruz. Kalanlar oluyor, gidenler oluyor! Kalanlarla yola devam ediyoruz, gidenlerse çok şükür gittikleri her yerde ya kendi işlerini kuruyorlar ya da çok başarılı oluyorlar. Bizde bununla gurur duyuyoruz.  

Ya diğerleri? Lisanslı ama yetersiz pek çok mühendis!!! İş arıyorlar! Bulamıyorlar! sistemi sorguluyor ve suçluyorlar!!! 

İyi yetişmiş hocası, mesleki tecrübesi olmayan üniversitelerden, kendi mesleğini bilmeden mezun olan bu gençlere yazık ediyoruz! Bir gençlik bu kadar göz göre göre heba edilemez. Üniversitelerimizde öğretim kalitesini artırmaya yönelik mutlaka çalışmalar yapılmalıdır. Bu ülke gençliği kendi ana dilinde yüksek lisans yapabilmelidir. Yabancı dil bilenlere yüksek lisans yapma avantajı sağlamak, yabancı dil bilmeyenlerden bilimi saklama, gizleme aracı değildir!!!

Körler sağırlar birbirini ağırlar mantığı ile yarım yamalak İngilizce ile anlatılan bir yüksek lisans dersi sonrasında, yarım yamalak İngilizce bilen öğrencinin anlatılan dersin içeriğini anlamasını bekliyoruz. Daha sonra yüksek mühendis olan bu arkadaşımızı sorguladığımızda, hiçbir şey öğrenmediğini görüyoruz. Hem yüksek mühendis, hem de bir hiç!!! 

Böyle komplexli bir eğitim, böyle bir zaman kaybı, böyle bir kara mizah olmaz!!! Kendi ülkende başkasının dil ile yüksek lisans yap! Yabancının dilini bilmiyorsan yükselme!!! Bu durumun akıllı hiçbir gerekçesi günümüz teknolojisi ile bilime ulaşma imkanları değerlendirince kalmamıştır. İnternet üzerinden bir bilimsel makale buluyorsun, dil çevirme programını çalıştırdığın anda Türkçeleşmiş halde metni okuyabiliyorsun!!! 

Üniversitelerle ilgili pek çok sorun şu günlerde gündemde! Üniversitelerin gerçek sorunu baş örtüsü, türban değil, üniversitelerin gerçek sorunu son günlerde görmek istemediğimiz şiddet olayları da değil! Üniversitelerin gerçek sorunu yetersiz akademik kadroları ile üniversite olamamaları! Ve istenilen kalitede mezun yetiştirememeleri!

Temeli olmayan bina olmaz!!! İstenilen kalitede mezun veremeyen, yeterli yetişmiş akademik kadrosu olmayan, üniversite bölümleri derhal kapatılmalıdır! Aksi taktirde deprem olur, 20 binin üzerinde bina yıkılır, on binlerce insan ölür ve kader dersiniz.

İnsanları öldüren deprem değil binalardır demedi mi hocalarımız!  Bu binaların hesaplarını kimler yaptı? Bu binaların projelerini kimler çizdi? Bu binaların denetimlerini kimler yaptı? Biz mühendisler değil mi?  

Mühendisler mi? Hangi mühendisler? Mühendisin hesapladığı, projelendirdiği, inşaatını kontrol ettiği, denetlediği bina çöker mi? Çöküyorsa bu işleri yapanlar mühendis mi?

GERİ DÖN